Zeynep Elibol, Koç Üniversitesi Hukuk Fakültesi Araştırma Görevlisi

Türkiye geçirdiği iki Evrensel Periyodik İnceleme (EPİ) döngüsünde de kendisine “temel uluslararası insan hakları belgelerine” koyduğu çekinceleri kaldırmasına yönelik yapılan bütün tavsiyeleri reddetmiştir. Bu tavsiyeleri değerlendirdiği belgede ise (Report of the Working Group on the Universal Periodic Review, Türkiye, addendum, Views on conclusions and/or recommendations, voluntary commitments and replies presented by the State under review, A/HRC/15/13/Add.1, 15. oturum, para. 10), koyduğu çekincelerin, 1969 tarihli Viyana Antlaşmalar Hukuku Sözleşmesi (VAHS) m.19(c)’nin öngördüğü şekilde, ilgili sözleşmelerin nesne ve amacına uygun olduğunu belirtmekle yetinmiştir. Ancak bu değerlendirme uluslararası hukuka uygun mudur?

Uluslararası antlaşmalarda ‘nesne ve amacın’ ne olduğuna ilişkin teorik tartışmalar ile nesne ve amaca aykırı bir çekince ileri sürmenin hukuki sonuçlarına ilişkin çıkarımlar gibi meseleler elbette çok derin bir analiz ortaya koymayı gerektirir ve bu kısa yazının kapsamı dışındadır. Bu yazının amacı Türkiye’nin temel insan hakları belgelerine koyduğu çekincelerin tipolojisini ortaya koymak; bu çekincelere yapılan itirazları ele almak ve nesne ve amaca uygunluk hakkındaki uluslararası hukuk düzenlemelerine, özellikle Uluslararası Hukuk Komisyonu’nun (UHK) çizdiği yeni çerçeveye değinerek Türkiye’nin nesne ve amaca uygunluk tezini değerlendirmektir.

Türkiye’nin çekince uygulamaları ve itirazlar

Türkiye, dokuz temel uluslararası insan hakları sözleşmesinin sekizine taraftır. Bunlar, Her Türlü Irksal Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Uluslararası Sözleşme (IAOKS), Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi (MSHS), Uluslararası Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi (ESKHS), KKAÖS, İşkenceye ve Diğer Zalimane, Gayriinsani veya Küçültücü Muamele veya Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi (İKS), Çocuk Hakları Sözleşmesi (ÇHS), Tüm Göçmen İşçilerin ve Aile Fertlerinin Haklarının Korunmasına Dair Uluslararası Sözleşme (GİS) ve Engellilerin Haklarına İlişkin Sözleşme’dir. Türkiye aynı zamanda bu sözleşmelerin ihtiyari protokollerinin çoğuna da taraf olmuştur. Bunlar şöyle sıralanabilir: Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşmeye Ek İhtiyari Protokol (MSHS-İP1), Ölüm Cezasının Kaldırılmasını Amaçlayan, Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme’ye Ek İkinci İhtiyari Protokol (MSHS-İP2), Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesine İlişkin İhtiyari Protokol (KKAÖS-İP), Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’ye Ek Çocukların Silahlı Çatışmalara Dahil Olmaları Konusundaki İhtiyari Protokol (ÇHS-İP-SÇ), Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’ye Ek Çocuk Satışı, Çocuk Fahişeliği ve Çocuk Pornografisi ile İlgili İhtiyari Protokol (ÇHS-İP-ÇS). Türkiye, yukarıda sayılan toplam 16 belgeden 10 tanesine, Engellilerin Haklarına İlişkin Sözleşme dışındaki tüm sözleşmeleri içine alacak şekilde, çekince koymuştur. Ayrıca, bu belgelerin 11 tanesine koyulan beyanlar da, aşağıda görüleceği gibi, diğer taraf Devletler ve sözleşme denetim organları tarafından çekince olarak addedilmiştir.

Türkiye’nin çekince ve beyanlarının tipolojisine gelince; bunlar, (1) Türkiye’nin, ilgili belgeyi iç hukuk kurallarına göre uygulama hakkını saklı tuttuğunu belirttiği; (2) Türkiye’nin ilgili belge hükümlerini yalnızca diplomatik ilişkisi bulunan Devletlere karşı uygulayacağını beyan ettiği; (3) belgenin uygulanmasını yer, zaman, kişi veya konu bakımından sınırlandıran; ve (4) belgenin uyuşmazlık çözüm mekanizmasını dışlayan çekince ve beyanlar olarak sınıflandırılabilir. Türkiye’ye kaldırması konusunda özellikle görüş bildirilenler ise ilk üç sınıfa dahil edilebilecek çekince ve beyanlar olmuştur.

Türkiye, MSHS, MSHS-İP1, ESKHS, ÇHS ve GİS’e ilk kategoriye dahil çekinceler ileri sürerek taraf olmuştur. Belli sözleşme maddelerine ilişkin koyduğu bu normatif çekincelerle Türkiye, ilgili maddeleri Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’na, 1923 Lozan Antlaşmasına veya Anayasa ile birlikte bazı iç hukuk kurallarına, ya da Anayasa’nın belirli maddelerine dayanarak yorumlayıp uygulamayı amaçladığını belirtmektedir. Bu çekinceler bazı taraf Devletler tarafından, hem çekincenin ifade ediliş biçimindeki muğlaklık nedeniyle içeriğinin belirlilikten yoksun olması (Finlandiya, Almanya ve İsveç’in MSHS çekincelerine ilişkin itirazları ile ESKHS çekincelerine ilişkin itirazları; İrlanda, Hollanda ve Portekiz’in ÇHS çekincelerine itirazları), hem de bu bağlamda çekincenin ilgili belgenin nesne ve amacı ile bağdaşmadığı gerekçesiyle (Almanya, Portekiz ve İsveç’in MSHS çekincelerine ilişkin itirazları ile ESKHS çekincelerine ilişkin itirazları; İrlanda, Hollanda ve Portekiz’in ÇHS çekincelerine itirazları) itiraza konu edilmiştir. Nesne ve amaca aykırılık nedeniyle itirazda bulunan Devletler çoğunlukla ifadedeki muğlaklığı açıkça dile getirmiş, bunu nesne ve amaç ile bağdaşmamanın bir gerekçesi olarak göstermişlerdir (örn. Portekiz ve İsveç’in ESKHS çekincelerine ilişkin itirazları). Sözleşme organları da aynı endişelerle Türkiye’ye bu çekincelerini kaldırmasını tavsiye etmiş; bunların, bireylerin çekince koyulan maddelerde yer alan haklardan faydalanmasını engellememesi gerektiğini vurgulamıştır (İnsan Hakları Komitesi, Türkiye’nin ön raporuna ilişkin sonuç gözlemleri, 106. oturum, CCPR/C/TUR/CO/1, para. 9; İnsan Hakları Komitesi, 2927. toplantının özet tutanağı, para. 18; Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Komitesi’nin Türkiye’ye ilişkin sonuç gözlemleri, 46. oturum, E/C.12/TUR/CO/1, para. 6; Çocuk Hakları Komitesi, Türkiye’ye ilişkin sonuç gözlemleri, 60. oturum, CRC/C/TUR/CO/2-3, para. 8, 9).

İkinci kategori ise, Türkiye tarafından IAOKS, MSHS-İP1’i de kapsayacak şekilde MSHS, ESKHS, ÇHS-İP-SÇ ve ÇHS-İP-ÇS’ye koyulan aynı ifadeye sahip “beyan” metninde kendini göstermektedir. Bu beyan, ilgili belgenin uygulanışını Türkiye ile diplomatik ilişki kurduğu diğer Devletler arasında sınırlamayı öngörmektedir; aslında bir çekince teşkil ettiği bildirimiyle birlikte itiraza konu olmuştur. Buna göre, bu beyan Türkiye’nin ilgili belgeden kaynaklanan yükümlülüklerini hangi Devletlere karşı ve ne derece üstlendiği konusunda muğlaklık yaratmaktadır ve bu durum beyanı ilgili belgenin nesne ve amacına aykırı kılmaktadır (Kıbrıs, İsveç, Büyük Britanya ve Kuzey İrlanda Birleşik Krallığı’nın IAOKS çekincelerine ilişkin itirazları; Kıbrıs, Yunanistan ve İsveç’in MSHS çekincelerine ilişkin, ESKHS’ye olanlarla aynı olan itirazları; Kıbrıs’ın ÇHS-İP-SÇ çekincelerine ilişkin ve ÇHS-İP-ÇS’ye olanlarla aynı olan itirazı). Burada, diğer Devletlerin itirazlarına ek bir gerekçe sunan Yunanistan’ın itirazının içeriğinin altı çizilmelidir. Yunanistan, oldukça önemli bir noktaya değinerek, ilgili beyanın, bireylere haklar bahşeden insan hakları sözleşmelerinde mütekabiliyet ilkesinin dışlanmasını göz ardı ettiğini belirtmiştir. Gerçekten de, insan hakları sözleşmeleri gibi normatif nitelikteki sözleşmeler taraf Devletlere karşılıklı hak ve ödevler yüklemezler; onlar “içe dönük” ve norm üretici bir yapıya sahiptir (Bruno Simma, “Reservations to Human Rights Treaties – Some Recent Developments”, Liber Amicorum Professor Seidl-Hohenveldern, s. 660). Kısaca, bu tip sözleşmelerin odak noktasında Devlet çıkarları olmadığından bu çeşit bir çekince bu Devletin çıkarını diğerine karşı dengeleyici bir özelliğe sahip olmayacaktır. Bu da, ilgili beyanda yer alan, sözleşme maddelerinin uygulanmasının belli Devletler bakımından dışlanmasını anlamsız kılmaktadır. Bu beyanın neden olduğu muğlaklık sözleşme organları tarafından da vurgulanmıştır (Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Komitesi, 3. toplantının özet tutanağı, E/C.12/2011/SR.3, para. 18).

Üçüncü kategori bakımından, Türkiye’nin IAOKS, MSHS-İP1’i kapsayacak şekilde MSHS ve ESKHS’ye koyduğu “beyan” masaya yatırılmalıdır. Türkiye bu beyanla, ilgili sözleşmeleri yalnızca kendi ülke sınırları itibarıyla onaylamış bulunduğunu ortaya koymuştur. Bu beyan haklı olarak İsveç ve Yunanistan tarafından itiraza konu edilmiştir. Devletler Türkiye’nin bu sözleşmelerden doğan yükümlülüklerini kendi yargı yetkisine dahil tüm bireyler bakımından yerine getirmeyi taahhüt etmesi gerektiğini belirtmiş, bu beyanı, sözleşmelerin nesne ve amacına aykırı bir çekince olarak değerlendirmiştir. Bu itirazlar, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’nin (İHAM) Belilos/İsviçre ve Loizidou/Türkiye kararlarıyla da uyum içindedir. Ayrıca, İnsan Hakları Komitesi ve Irksal Ayrımcılığın Önlenmesi Komitesi de bu beyana değinerek Türkiye’den ilgili sözleşmelere dair ülkesel kısıtlamayı kaldırmasını istemiştir (Irksal Ayrımcılık Komitesi’nin Türkiye’ye ilişkin sonuç gözlemleri, 74. oturum, CERD/C/TUR/CO/3, para. 8; İnsan Hakları Komitesi, Türkiye’nin ön raporuna ilişkin sonuç gözlemleri, 106. oturum, CCPR/C/TUR/CO/1, para. 5).

Çekince uygulamasına ilişkin uluslararası hukuk düzenlemeleri

Peki, Türkiye’nin çekince ve beyanlarına ilişkin ortaya koyulan bu tepkilerin hukuki dayanağı nedir? Öncelikle, VAHS m. 2(d)’de yer alan tanıma göre çekince, bazı antlaşma hükümlerinin hukuki etkisini çekinceyi ileri süren Devlet bakımından “ihraç etme veya değiştirme amacıyla” ortaya koyulmaktadır. Yani burada önemli olan ilgili tek taraflı beyanın nasıl kaleme alındığı veya isimlendirildiği değil, ne ifade ettiğidir. Bu itibarla, Türkiye tarafından ileri sürülen bazı beyanların çekince addedilmesi de kaçınılmazdır. İkinci olarak, Devlet itirazlarının dayanağını oluşturan VAHS m. 19(c) hükmü uyarınca, bir Devlet çekincesini, şayet sözleşme özel bir kural öngörmüyorsa, ancak sözleşmenin nesne ve amacıyla bağdaştığı takdirde ileri sürebilecektir. Bu nedenle, m. 19(c) hükmü bir çekincenin VAHS’de yer alan çekinceler rejimine tabi olabilmesi bakımından bir bariyer görevi görmektedir. Başka bir değişle, bir Devlet tarafından, bir sözleşme ile bağıtlanırken ileri sürülen tek taraflı bir beyan, sözleşmenin nesne ve amacına aykırıysa, “izin verilemez” olacaktır (Özel Raportör Alain Pellet tarafından antlaşmalarda çekinceler hakkında hukuki düzenleme ve uygulamaya ilişkin hazırlanan birinci rapor, A/CN.4/470, s. 142). İzin verilemez bir çekince ileri sürmenin hukuki sonuçlarına ilişkin (bazı itirazcı taraf Devletler ve insan hakları sözleşme organları ile İHAM tarafından benimsenen “ayrılabilirlik” –severability- doktrini, sözleşmeye taraf olamama gibi) tartışmalar bir yana, bu düzenleme, hakkında çekince ileri sürülen bir sözleşmenin taraf Devletlerine ve uluslararası insan hakları organlarına nesne ve amaca aykırı bir çekinceyi geçersiz sayma imkanı sunmaktadır.

Nesne ve amaca uygunluk veya aykırılığın şartları VAHS’de yer almamaktadır; ancak bu konu, İnsan Hakları Komitesi tarafından, MSHS ve ihtiyari protokollerine koyulan çekinceler bakımından 24 No.lu Genel Yorum’da ele alınmıştır. 24. No.lu Genel Yorumu, Özel Raportör Alain Pellet önderliğinde yürütülen UHK çalışması izlemiştir. Bu uzun yıllar süren çok kapsamlı çalışma (UHK çalışmasına ilişkin analitik rehber, antlaşmalarda çekinceler) 2011 tarihli Antlaşmalarda Çekinceler Uygulamasına ilişkin UHK Rehberi’ni ortaya çıkarmış ve “Viyana-artı” rejiminin gündeme gelmesine (Marko Milanovic and Linos-Alexander Sicilianos, “Reservations to Treaties: An Introduction”, EJIL Vol. 24 no. 4, p. 1056) ön ayak olmuştur. Her ne kadar UHK çalışması bağlayıcı olmasa da, çekincelere ilişkin muğlak meselelere açıklık getirmesi bakımından yol göstericiliği yadsınamaz. Rehber ilke 3.1.5, “bir çekincenin antlaşmanın nesne ve amacına uymaması” başlığını taşımaktadır ve başlıktan da anlaşılacağı gibi, hangi hallerde bir çekincenin nesne ve amaca aykırılığının söz konusu olabileceğini ele alması bakımından büyük önem taşımaktadır. Buna göre, bir çekincenin ifade ediliş biçimi açık olmalıdır (rehber ilke 3.1.5.2); askıya alınamaz haklar bakımından ileri sürülen bir çekince çok daha sert bir tahkike tabi olacaktır (rehber ilke 3.1.5.4); iç hukuka ilişkin bir çekince antlaşmanın esaslı bir öğesine veya mahiyetine etki etmeyecek biçimde dikkatlice kaleme alınmalıdır (3.1.5.5); birbirine bağlı haklar ve yükümlülükler içeren antlaşmalar bakımından ileri sürülen çekinceler bu bağlılığı dikkate alarak ve yine antlaşmanın esaslı bir öğesine veya mahiyetine etki etmeyecek biçimde kaleme alınmalıdır; vb. Türkiye, kendi çekince ve beyanlarının ilgili insan hakları belgelerinin nesne ve amacıyla bağdaşıp bağdaşmadığını tespit etmek için bu rehber ilkeleri ve şerhlerini dikkatlice ele almalıdır. Böyle bir çalışma uzun bir süre ve dikkatli inceleme gerektirmektedir. Burada, uluslararası insan hakları sözleşmelerinin yorumuna ilişkin kurallar ışığında yapılacak teorik değerlendirmeye, Türkiye’nin çekince ve beyanlarının pratikte yol açtığı veya açabileceği sorunların gözden geçirilmesi eşlik etmelidir. İnsan hakları sözleşmelerini içine alan, “Birbirine bağlı birçok hak ve yükümlülük içeren antlaşmalarda çekinceler” başlıklı rehber ilke 3.1.5.6’nın şerhi de çok kapsamlı ve derin bir incelemenin gerekliliğini göstermektedir. Buna göre, “antlaşmanın varlık nedenini (raison d’être) oluşturan birbirine bağlılığın (interdependence) hangi noktada antlaşmanın belli öğeleri bakımından ileri sürülen bir çekince tarafından tehdit edildiğini tespit etmek özellikle zordur.” (Uluslararası Hukuk Komisyonu Raporu, 63. oturum, A/66/10/Add.1, s. 383).

Çekincelerin geleceği

Özetle, Türkiye’nin çekincelerinin ilgili sözleşmelerin nesne ve amacına uygun olduğu söylemi, insan hakları sözleşme organları tarafından üretilen belgelere, UHK’nin konu hakkındaki çalışmalarına, diğer uluslararası insan hakları organlarının karar ve görüşlerine ve doktrindeki tartışmalara gönderme yaparak ortaya koyulan bir tahlilden yoksundur. EPİ sürecine geri dönecek olursak, Türkiye’nin, çekince ve beyanlarının VAHS m. 19(c) hükmüyle uyum içinde olduğunu belirtmesi onu bir sonraki döngülerde tekrar bu konuda mercek altına alınmaktan kurtaramayacaktır. Türkiye, ilk döngünün ardından bir uygulama raporu hazırlamayı ihmal etmiştir. Oysa hem kendisi bu konuda gönüllü vaatte bulunmuştur, hem de UPR-info tarafından yayınlanan Ara Dönem Uygulama Değerlendirmesi belgesinde Türkiye’nin çekincelerini verilen tavsiyelere rağmen kaldırmayı göz önünde bulundurmaması kaygıyla karşılanmıştır. Türkiye ikinci döngü sonrası uygulama raporunu mutlaka kaleme almalı ve ülke tavsiyelerini samimi bir biçimde dikkate aldığını, çekincelerini ciddi anlamda gözden geçirdiğini göstermelidir. Bu gözden geçirmenin, ileride Türkiye’ye karşı insan hakları organlarına veya Anayasa Mahkemesi’ne sunulabilecek bir bireysel başvurudan önce yapılması da elzemdir. Aksi takdirde Türkiye’nin, çekince koyduğu uluslararası insan hakları sözleşmesi hükümleri bakımından gündeme gelecek ihlallerde Anayasa madde 90 dolayısıyla iç hukuktan ve uluslararası hukuktan doğan sorumluluğu gündeme gelecektir.