Birleşmiş Milletler

Kişisel ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi


İnsan Hakları Komitesi

Başvuru No: 2360/2014 , Jasin-Danimarka

Komite tarafından yüz on dörtdüncü oturumda kabul edilen karar

(17 Mart 2014)

Değerlendirme

Birleşmiş Milletler Kişisel ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi 23 Mart 1976 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Türkiye Sözleşmeyi 15 Ağustos 2000 tarihinde imzalamış, onay belgelerini 15 Eylül 2003 tarihinde Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliği’ne tevdi etmiştir. Sözleşmenin 49. maddesi uyarınca, Türkiye bakımından Sözleşme 23 Aralık 2003 tarihinden itibaren hüküm doğurmaya başlamıştır.

Jasin/Danimarka kararında, Başvurucu Jasin’in Danimarka tarafından İtalya’ya iadesinin Sözleşme’yi ihlal edip etmediği incelenmektedir. Bu kararda Komite, iadesi öngörülen kişinin maruz kalacağı “telafisi imkansız bir zarar” kriterini geniş yorumlamış ve üçüncü bir ülkeye iadesi söz konusu olan kişinin karşı karşıya kalacağı risklere dair taraf devletlerin “kişiye özel bir değerlendirmede” bulunması gerektiğine dikkat çekmiştir. Dolayısıyla Jasin/Danimarka iade yasağı (non-refoulement) konusunda Komite’nin önemli kararlarından biridir.

Başvurucu Somali doğumlu Warda Osman Jasin, Danimarka’dan sığınma talep eden bir Somali vatandaşıdır. Başvurucuya ve en büyük kızına İtalya’da geçici koruma ve üç yıl geçerli olan bir oturma izni tanınmıştır. Oturma izninin düzenlendiği tarihten bir gün sonra, başvurucuya artık mülteci kampında kalamayacağı bildirilmiştir. Başvurucu, hamileliğini de içeren bir süre boyunca İtalyan makamlarından herhangi bir sosyal veya insancıl yardım alamamıştır. İçinde bulunduğu sefil ve savunmasız koşullardan ötürü 2011 yılında İtalya’daki oturma iznini yenileyememiştir. Başvurucu, Danimarka makamlarının kendisini ve çocuklarını zorla İtalya’ya iade ederek Medeni ve Siyasi Haklara ilişkin Uluslararası Sözleşme’nin 7. maddesi kapsamındaki haklarını ihlal edeceğini öne sürmüştür. Taraf Devlet ise başvurucunun kendi koşullarına dair yeni ve esaslı bir bilgi sunmadığı görüşündedir. Bu sebeple başvurucunun iadesinin gerektiğini savunmaktadır.

Uyuşmazlığı incelerken Komite öncelikle, iade edilecek kişinin, iade edildiği ülkede, “telafisi imkânsız bir zarara uğrama yönünde gerçek bir risk” altında olduğuna dair esaslı sebepler varsa, kişinin ülkeden ihraç, sınır dışı, iade edilmemesi veya başka bir şekilde gönderilmemesi yükümlülüğüne atıfta bulunan 31 No’lu genel yorumunu hatırlatmıştır. Daha sonra Komite, ilk olarak, Danimarka’nın başvurucunun ve çocuklarının İtalya’ya iade edilmesinin öngörülebilir sonuçlarını yeterince analiz edemediği; ikinci olarak ise İtalya’dan uygun koşulların sağlanması için uygun bir teminat talep etmediği gerekçesiyle iadenin Sözleşme’nin 7. maddesine aykırı olacağına karar vermiştir.

İlk gerekçe kapsamında Komite, bir kişinin sınır dışı edilmesi halinde karşı karşıya kalabileceği gerçek ve kişisel risklerin yeterince dikkate alınması gerektiğini hatırlatmıştır. Komite’ye göre, başvurucunun geçmişte geçici korumadan yararlanmış olması, bugün de İtalya’da çalışma ve sosyal yardımlardan yararlanma hakkına sahip olacağını garanti etmemektedir. Komite, Danimarka’nın bu yönde bir varsayıma ve genel raporlara dayanmasını yerinde bulmamıştır. Komite Danimarka’nın varsayım yerine başvurucunun İtalya’da karşı karşıya kalacağı risklere dair kişiye özel bir değerlendirmede bulunması gerektiğini bildirmiştir.

Komite’nin dayandığı ikinci gerekçe ise Danimarka’nın, İtalya’dan (i) başvurucunun ve çocuklarının oturma izinlerinin yenilenmesini ve İtalya’dan gönderilmemelerini; ve (ii) başvurucuya ve çocuklarına, İtalya’da kalabilmelerini sağlayacak şekilde çocukların yaşına ve ailenin savunmasız durumuna uygun koşulların temin edilmesini talep etmek suretiyle münasip bir teminat edinmeye çalışmamasıdır. Ancak, Komite’ye göre iadesi öngörülen kişiye gerekli güvencelerin sağlanacağına dair bir teminat istenmesinin yeterli mi olduğu yoksa bu teminatın gösterilmesinin de mi ayrıca gerektiği anlaşılamamaktadır.

Bununla birlikte iade yasağı kapsamında Komite tarafından değerlendirilmeyen önemli sorular bulunmaktadır. İlk olarak, Komite iki tarafın da sıklıkla atıf yaptığı Hüseyin/Hollanda-İtalya ve MSS/Belçika-Yunanistan kararların sonuçlarına değinmiş fakat bu kararlar ile somut olay arasındaki benzerlikleri ve farklılıkları derinlemesine incelememiştir. Hüseyin/Hollanda-İtalya kararında AİHM, başvurucunun İtalya’daki otoritelere yardım başvurusunda bulunmadığı ve İtalya’daki insan hakları korumasında sistematik bir sorun (systemic failure) olmadığından bahisle başvurunun açıkça temelden yoksun olduğuna karar vermiştir. Oysa Yasin otoritelere yardım için başvurmuş ve sonuç alamamıştır. Dahası, Başvurucu MSS/Belçika-Yunanistan kararına atıfta bulunurken Danimarka ise Hüseyin/Hollanda kararının MSS/Belçika-Yunanistan kararından daha yeni bir karar olduğu ve özellikle İtalya’daki koşulları ilgilendirdiği için Komite’nin, Hüseyin/Hollanda kararındaki “sistemik bir sorun” kriterini değerlendirmesi gerektiğini öne sürmüştür. Komite ise somut olay ile hangi kararın daha ilişkili olduğunu veya “sistemik bir sorun” kriterini benimseyip benimsemediğini belirtmemiştir.

İkinci cevaplanmayan soru ise iade yasağının kapsamına ilişkindir. İade yasağının kapsamını genişleten Komite buna tam bir sınır çizmemiş, iade edilmesi gereken devletin ne ölçüde bir standart sağlaması gerektiğini açıklamamıştır. Bu bağlamda Komite üyesi Dheerujlall Seetulsingh karşıt görüşünde, somut olayda “7. maddeye yönelik bir ihlal varsayımında bulunmak, ‘ekonomik mülteci’ kavramının Sözleşme kapsamına dahil edilmesi anlamına gelecek ve böylelikle sığınmacıların ve mültecilerin ilk sığınma ülkesinden daha iyi yaşam koşulları arayarak bir ülkeden diğerine geçmesini haklı görerek tehlikeli bir emsal yaratacaktır” diyerek bu kararın ‘eşzamanlı veya birbiri ardına yapılmış mükerrer iltica taleplerini’ (asylum shopping) çoğaltabileceğine dikkat çekmiştir.  Danimarka’daki yaşam koşullarının İtalya’dan daha iyi olmasının, başvurucunun ilk sığınma ülkesine geri gönderilmesi halinde insanlık dışı ve aşağılayıcı muameleye maruz kalacağına işaret etmediğine dikkat çeken Seetulsingh, “telafisi imkansız zararın” daha dar yorumlanması gerektiğini belirtmiştir. Gerçekten de Komite, kişilerin iade edileceği ülkede hangi sosyal yardımlardan yararlanacağı  konusunda asgari bir limit öngörmeyerek iade yasağı kapsamını önemli ölçüde genişletmiş görünmektedir.

Üçüncü olarak Komite, Danimarka’nın normlar hiyerarşisi ile ilgili savını dikkate almamıştır. Bu bağlamda, Danimarka, Sözleşme’nin 7. maddesinin, başvurucu gibi İtalya’da oturma izni verilmiş olan kişilere veya ailelere ilişkin olarak Dublin Yönetmeliğini uygulamaya koymasını engellemediğini ileri sürmüştür. Danimarka’ya göre, Sözleşme prensip olarak Dublin Yönetmeliği’nin hiyerarşik olarak üstünde yer almamaktadır. Komite ise Danimarka’nın iade kararının 7. maddeye aykırı olduğunu belirtmekle yetinmiştir. Danimarka bu savını Yasin kararından sonraki  A.A.I. ve A.H.A./Danimarka kararında da tekrarlamış fakat Komite bu kararında da Dublin Yönetmeliğine ilişkin bir değerlendirme yapmamıştır. Bu durumun Dublin Yönetmeliği kapsamında iade konusunda taraf Devletlere önemli bir takdir payı bıraktığı söylenebilir. Komite, 7. Madde ile Dublin Yönetmeliği arasında olası bir çatışma ya da bu ikisi arasında hiyerarşik bir ilişki olup olmadığı konusunda sessiz kalarak Dublin Yönetmeliği uygulamasında açık bir sorun olmadığını zımnen kabul etmiş olmaktadır. Komite’nin her bir somut olayı kendi şartlarında değerlendirmeyi tercih ettiği söylenebilir.

Değerlendirme: Seçil Bilgiç
Çeviri: Defne Orhun